Cambly Bol Anlamlı Kelimeler Serisi 7: GIVE
Girdiği yerin anlamına göre değişen, bukalemun misali bol anlamlı kelimeleri incelediğimiz serinin yedincisiyle karşındayız. Bugün inceleyeceğimiz fiil: GIVE
Sözlüğü açtığınızda karşınıza çıkan ilk anlamı “to offer something to someone” (birine bir şeyi sunmak, uzatmak) Türkçedeki “vermek” fiiliyle aşağı yukarı aynı kullanıma sahip:
- I gave him flowers at his graduation ceremony. (Ona mezuniyet töreninde çiçek verdim.)
Ancak tıpkı “vermek” fiili gibi elden ele bir şey uzatmanın ötesinde bir sürü anlama geliyor. Önce bunları örnekleriyle inceleyeceğiz, sonra içinde “give” geçen bazı kalıplara ve deyimlere bakacağız. Hadi başlayalım!
- To provide someone with something (birine bir şey vermek)
Can you give me your home address? (Bana ev adresinizi verebilir misiniz?)
She gives great advice on how to live healthy. ( Sağlıklı yaşamaya dair harika tavsiyeler veriyor.)
- To provide something without asking for anything in return ( karşılığında bir şey beklemeden bir şey sağlamak)
They gave the customers these free coupons. (Müşterilere bu ücretsiz kuponları verdiler.)
She’s so generous, she always gives to people in need. ( Çok cömerttir, her zaman ihtiyacı olanlara yardım eder.)
Yapmak / üretmek
- To perform an action (bir aksiyon almak)
Please give me a call when you get home. ( Lütfen eve gidince beni ara.)
She gave her child a kiss and left. (Çocuğuna bir öpücük verip evden çıktı.)
Give me a smile, I’m taking a picture! (Bana gülümse, fotoğraf çekiyorum!)
- To cause (neden olmak)
The crowd and the noise gave me a terrible headache. ( Kalabalık ve gürültü başımı feci ağrıttı. )
The Halloween decorations gave the house a spooky look. (Cadılar Bayramı dekorasyonları eve korkunç bir hava verdi.)
Her mother’s death gave her so much sadness. ( Annesinin ölümü onu çok mutsuz etti.)
Performans, etkinlikler
- to organize something and invite people (bir şey organize etmek ve insanları davet etmek)
They’re giving a baby shower on Sunday. (Pazar günü “baby shower” partisi veriyorlar.)
- to perform something in public (açık alanda bir performansta bulunmak)
Martin Luther gave his famous speech in 1963. ( Martin Luther ünlü konuşmasını 1963’te yaptı.)
My favorite musican is giving a concert here next week. ( Gelecek hafta en sevdiğim müzisyen burada konser veriyor.)
Esnemek, gerilmek, yıpranmak
Buy the shoes in a smaller size, they will give once you wear them. ( Ayakkabıları biraz küçük numara al, giyince kendilerini salarlar.)
My patience gave in and I stopped talking to him. ( Sabrım tükendi ve onunla konuşmayı bıraktım.)
Beklemek, zaman tanımak
Give it some time, your wounds will heal. (Biraz zaman ver, yaraların iyileşecek.)
Can you give me one second? I’ll be right there. ( Bir saniye verir misin? Hemen geleceğim.)
Are they dating? I give their relationship two weeks at most. ( Onlar çıkıyor muymuş? İlişkilerine en fazla iki hafta veriyorum.)
Hastalık bulaştırmak
I was with Mary yesterday, I think she gave me the flu. (Dün Mary’le beraberdim, sanırım bana grip bulaştırdı.)
Bilgi veya fikir iletmek, paylaşmak
She told me what happened without giving names. ( Bana isim vermeden olanları anlattı.)
Are you visiting grandma? Give her my warm regards. (Anneannemi mi ziyaret edeceksin? Ona benden selam söyle.)
Idioms & phrasal verbs
- Give up: to stop doing something, having something, accepting defeat (vazgeçmek, bırakmak, pes etmek)
My father gave up smoking following the cardiologist’s warning. ( Babam kardiyologun uyarısı üzerine sigarayı bıraktı.)
- Give in: to stop fighting or arguing, accept defeat (kavga etmeyi bırakmak, yenilgiyi kabul etmek)
I spent hours trying to convince Mary, and she finally gave in. ( Mary’i ikna etmek için saatlerce uğraştım ve sonunda pes etti.)
- Give way to: be replaced by something, give its place to something (başka bir şeyle değişmek)
The drought gave way to hunger and diseases. ( Kuraklık yerini açlığa ve hastalıklara bıraktı.)
- Give birth (to): bringing a baby to life (doğurmak)
Our cat gave birth to four adorable kittens. (Kedimiz dört sevimli yavru doğurdu.)
- Give (something) thought: think carefully about something, evaluate (Dikkatli şekilde düşünmek)
You don’t have to give an answer yet, just give it some thought. (Hemen cevap vermek zorunda değilsin, biraz üstüne düşün.)
- Give (someone) credit: to give someone praise or recognition for a particular project or skill (birini taktir etmek)
I would like to give Jane credit for taking these beautiful photographs. ( Bu güzel fotoğrafları çektiği için Jane’e teşekkür etmek isterim.)
- Give a damn: Umursamak, umrunda olmak
I don’t give a damn about how the world sees me. ( Dünyanın beni nasıl gördüğü umrumda değil.)
Anlamı biraz daha güçlendirmek için aşağıdaki şekilde kullanılabiliyor:
The newspaper wrote terrible things about her, but she didn’t give a single damn. ( Gazete hakkında korkunç şeyler yazdı, ama o hiç umursamadı.)
- Give (someone) a break: Rahat bırakmak, üzerine gitmeyi bırakmak
I’m doing my best, give me a break! (Elimden geleni yapıyorum, üzerime gelme!)
- Give and take: karşılıklı tavizler verme, uzlaşma, “alma verme”
Bu örnek için The Supremes grubunun ünlü 1960’lar klasiği “You Can’t Hurry Love” şarkısından destek alalım, iyi dinlemeler! 🙂
You can’t hurry love, you’ll just have to wait
Love don’t come easy, it’s a game of give and take
/ Aşk aceleye gelmez, bekleyeceksin mecbur
Kolaya gelmez aşk, bir uzlaşma oyunudur
- “I give you…”: “Huzurlarınızda…” anlamında bir kalıp. Biri adına kadeh kaldırırken, sahnede birini sunarken, birini alkışlatmak için kullanılır.
Dear guests, I give you our president Marsha Johnson. ( Sevgili konuklar, huzurlarınızda başkanımız Marsha Johnson.)
- I’ll give you that: “O konuda haklısın”, “o noktada hakkını yiyemem” anlamında kullanılan bir kalıp.
You’re very lazy but you get the job done, I’ll give you that. ( Çok tembelsin ama işi hallediyorsun, hakkını yiyemem.)
- What gives?: “Neler oluyor?”, “hayırdır?”, “sorun ne?”
She’s acting very cold, what gives? ( Çok soğuk davranıyor, hayırdır?)
- Give (someone) the cold shoulder: Soğuk davranmak, kasten görmezden gelmek
Susanne is giving me the cold shoulder, did I do something wrong? ( Susanne bana soğuk yapıyor, yanlış bir şey mi yaptım?)
- Give (one’s) word: Söz vermek
I will come back next week, I give you my word. (Haftaya tekrar geleceğim, söz veriyorum.)
- Give (someone) a piece of your mind: Ağzının payını vermek
She was fed up with his bad behavior and decided to give him a piece of her mind. ( Kötü tavırlarından bıkmıştı ve ona ağzının payını vermeye karar verdi.)
- Give the green light: Yeşil ışık yakmak, bir şeye izin vermek.
The company gave her project the green light, she starts next week. ( Şirket projesine yeşil ışık yaktı, haftaya başlıyor. )
Öğrendiklerinizi hemen şimdi yapay zeka destekli Cambly AI ücretsiz derslerinde pekiştirin!