H ile Başlayan Phrasal Verbler (Deyimsel Fiiller)
Phrasal verbler serimizin “H” harfine hoş geldiniz! Gündelik konuşmanızı zenginleştirmek ve İngilizce mecazi anlam dünyasına aşinalığınızı geliştirmek için doğru yerdesiniz. Bu kalıpların bazılarıyla dizilerde, filmlerde, şarkılarda, bir yerlerde bir şekilde karşılaşmış olma ihtimaliniz çok yüksek. Bir dahaki karşılaşmanıza hazırlıklı olmak için bu yazıyı kaydetmeyi unutmayın! Ara ara dönüp örnek cümlelerin üzerinden geçerseniz çok daha kalıcı olacaklardır. 🍀
Lafı daha fazla uzatmadan, haydi başlayalım 🙂
Hand In
- give something to someone in authority, like a teacher or the police / bir otoriteye (öğretmen ya da polis gibi) bir şeyi teslim etmek
The teacher told them to hand in their term papers by the end of the month. (Öğretmen dönem ödevlerini ayın sonunda teslim etmelerini söyledi.)
Mary handed in her resignation letter in person. (Mary istifa dilekçesini bizzat teslim etti.)
Hang On
- when you hold something, often for support of comfort / genelde destek almak ve sakinleşmek amacıyla bir şeyi tutmak, tutunmak
She hung on to Mary’s hand as the plane took off. (Uçak kalkarken Mary’nin eline tutundu.)
- when you wait for a short time (informal) / kısa bir süre beklemek
Hang on, let me grab my coat. (Biraz bekle, montumu alayım.)
- when you keep something for someone or save something for yourself / bir şeyi biri için veya kendi için saklamak
Can you hang on to my seat? I’ll be right back. (Yerimi tutar mısın? Hemen döneceğim.)
Hang Out
- to hang something, usually wet clothes, to dry / genellikle ıslak çamaşırları, kurutma amacıyla asmak
My grandmother used to hang red peppers out in the sun to dry. (Eskiden anneannem kurutmak için güneşe kırmızı biber sererdi.)
- to place a part of your body out of a window / vücudun bir kısmını camdan sarkıtmak
Joe hung out of the balcony to wave his kid goodbye. (Joe çocuğuna el sallamak için balkondan aşağı sarktı.)
- to spend leisure time in a place / bir yerde zaman geçirmek, “takılmak”
Do you want to hang out at my place after school? (Okuldan sonra takılmak için bana gelmek ister misin?)
Hang Up
- to hang clothes or an object on a hook, hanger or rod / bir şeyi (genelde giysi) bir yere asmak
He hung up his coat and put away his shoes. (Kabanını astı ve ayakkabılarını kaldırdı.)
- to end a telephone conversation / telefonu kapatmak
No, you hang up first! (Hayır, önce sen kapat!) (bkz: telefonda kur yapmak :))
Head Toward (or Head For)
- to move in the direction where someone or something is / birine veya bir şeye doğru ilerlemek
Mark grabbed the grocery list and headed toward the market. (Mark alışveriş listesini aldı ve markete doğru yollandı.)
- to develop or progress into something / bir şeye dönüşmek, evrilmek, yönelmek
Unless he changes his lazy ways, he’s headed toward failure. (Tembelliğini yenmezse adım adım başarısızlığa gidecek.)
Hear Out
- to listen to someone until they have finished what they want to say / birinin söyleyeceklerinin tamamını dinlemek
I know you made your decision, but please hear me out. (Biliyorum kararını verdin, ama lütfen beni bir dinle.)
Heat Up
- to increase something’s temperature by heating it / bir şeyi ısıtmak
Can you heat up some soup for me? I’m feeling a bit sick. (Bana çorba ısıtabilir misin? Biraz hasta hissediyorum.)
- making a discussion, contest, or conflict more intense / bir tartışmayı, yarışmayı, çatışmayı “alevlendirmek”
His sharp remarks really heated up the debate. (Sert yorumları tartışmayı son derece alevlendirdi.)
Hit On
- discovering or thinking of something (usually by chance) / bir şeyi (genelde tesadüfen) keşfetmek veya aklına beklenmedik bir fikrin gelmesi
While going through the archive, she hit on an old picture of her mom. (Arşivi karıştırırken annesinin eski bir fotoğrafıyla karşılaştı.)
- showing someone directly that you are attracted to them / birine duyulan ilgiyi açıkça belli etmek. “Yürümek”, “asılmak” gibi düşünülebilir 🙂
I thought he was just being nice, turns out he was hitting on me! (Sadece kibarlık ediyor sanmıştım, meğer bana yürüyormuş!)
Hold Against
- when someone doesn’t forgive or doesn’t have respect for someone because of something they have done / birini yaptığı bir şeyden dolayı affetmemek, saygı duymamak
I didn’t go to her party last year, and she’s still holding it against me. (Geçen yıl partisine gitmemiştim, hala bundan dolayı kin tutuyor.)
Hold Back
- hesitating to act or speak, hiding one’s real thoughts / gerçek düşüncelerini saklamak, konuşmak ve harekete geçmek konusunda tereddüt etmek
We’ve been friends for four years, please don’t hold back from me. (Dört yıldır arkadaşız, lütfen benden kendini sakınma.)
- restricting or preventing something from moving, progressing / bir şeyin hareket etmesini, ilerlemesini kısıtlamak ya da engellemek
She dreamt of moving to Europe but her family was holding her back. (Avrupa’ya taşınmayı hayal ediyordu ama ailesi mani oluyordu.)
Hold On
- when you wait for a short time / kısa bir süre beklemek (hang on gibi)
Hold on one moment, I will find your file. (Bir saniye bekleyin, dosyanızı bulayım.)
- when you hold something tightly so you won’t fall off or get hurt / düşmemek veya incinmemek için bir şeyi sıkıca tutmak, tutunmak
She held on to the edge of the seat as the car suddenly sped up. (Araba birden hızlanınca koltuğunun köşesine tutundu.)
- when you hold someone or something tightly to either protect them or prevent them from leaving or being taken / birini veya bir şeyi korumak, gitmesini veya götürülmesini önlemek için sıkıca tutmak
The little boy held on to her father’s hand and refused to meet the other kids. (Küçük çocuk babasının elini sıkıca tuttu ve diğer çocuklarla tanışmamakta diretti.)
Hold Up
- to hold something up in the air / havaya kaldırmak
My favorite scene in Lion King is when Rafiki holds baby Simba up in the air. (Aslan Kral’ın en sevdiğim sahnesi, Rafiki’nin bebek Simba’yı havaya kaldırdığı kısım.)
- when you stop/delay someone or something for a moment / birini veya bir şeyi bir süreliğine durdurmak, geciktirmek
Something’s holding up the traffic. I think there’s an accident. (Bir şey trafiği engelliyor. Sanırım kaza var.)
- to remain in a physically/emotionally strong or stable condition (fiziksel/duygusal olarak güçlü veya stabil durumda olmak)
– How have you been holding up? + Not so well. I’m under so much stress.
(- Nasıl gidiyor? + Pek iyi değil. Çok stres altındayım.)
Hook Up
- link someone or something to an object (usually an electronic device) / bir kişiyi veya bir şeyi başka bir şeye bağlamak (genelde elektrikli aletler için kullanılır)
I can’t hook my computer up with the printer, can you help? (Bilgisayarımı yazıcıya bağlayamıyorum, yardım eder misin?)
- engaging in casual sexual activity / takılmak, gayriciddi cinsel veya romantik yakınlık kurmak
I thought they were a couple, but they were just hooking up. (Onları sevgili zannetmiştim ama sadece takılıyorlarmış.)
Hurry Up
- doing something more quickly / Acele etmek
Hurry up! The bus is here. (Acele et! Otobüs geldi.)
Hype Up
- get someone very excited, or to get people excited about something / birini heyecanlandırmak, ya da insanları bir şey konusunda heyecanlandırmak, “gaza getirmek”, “gazlamak” gibi düşünülebilir 🙂
The album was so hyped up before its release, but it ended up disappointing the fans. (Çıkmadan önce albümü çok methettiler, ama hayranlar için hayal kırıklığı oldu.)
Öğrendiklerinizi hemen Cambly eğitmenleri ile pratik yaparak kullanın! Ücretsiz ders için tıklayın!