K ile Başlayan Phrasal Verbler (Deyimsel Fiiller)
Phrasal verb serimizin “K” harfine hoşgeldiniz! Henüz göz atmadıysanız önceki harflere de bakmanızı tavsiye ederiz. Peki nedir bu phrasal verbler (deyimsel fiiller)? Yeni okurlarımız için kısaca değinelim. Phrasal verbler fiillerin edatlarla (in, on, at, under, away, through vb.) birleşiminden doğan, fiilin deyimsel anlamlar kazandığı öbeklerdir. Gündelik konuşma dilinde sıklıkla karşılaşılan bu mecazlı tabirleri öğrenmek akıcı ve renkli bir dil kullanımı için önemlidir.
Eğer hazırsanız, “K” ile başlayan phrasal verbleri örnek kullanımlarıyla birlikte size takdim edelim!
Keep at
- Continue doing something / bir şeyi yapmaya devam etmek
The key to success is practice, keep at it until you get better! / Başarının anahtarı pratik yapmaktır, daha iyi olana kadar devam et!
Keep away
- Prevent something from coming (near) / bir şeyin yakına gelmesini önlemek
Please keep your dog away from me, I’m allergic. / Lütfen köpeğini benden uzak tut, alerjim var.
- Stay away / uzak durmak
The doctor recommended that he keep away from sugar. / Doktor şekerden uzak durmasını tavsiye etti.
Keep back
- Remain at a distance / uzağında durmak
The police told the onlookers to keep back from the crime scene. / Polis izleyenlere suç mahallinden uzak durmalarını söyledi.
- Retain or withhold something / bir şeyi kendine saklamak, alıkoymak
The only thing keeping you back is your mindset. / Seni geride tutan tek şey düşünce şeklin.
I feel like she didn’t tell the whole truth, she is keeping something back. / Onun gerçeğin tamamını söylemediğini düşünüyorum, bir şeyler saklıyor.
Keep down
- To prevent something from increasing / bir şeyin yükselmesini engellemek
She tried to keep the child’s body temperature down. / Çocuğun vücut sıcaklığının yükselmesini engellemeye çalışıyordu.
- To stop from achieving something / bir şeyin başarılmasına engel olmak
You could do so well, but your boyfriend is keeping you down. / Çok iyi olabilirdin, ama erkek arkadaşın seni aşağı çekiyor.
- To keep food in stomach / Yenilen yemeğin midede durması
I was so nervous that I struggled to keep down what I had for dinner. / O kadar gergindim ki akşam yemeğinde yediklerimi midemde tutmakta zorlanıyordum.
- “Keep it down!” = Yüksek sesten rahatsız olunca uyarı amaçlı söylenir.
Can you keep it down? I’m trying to sleep. / Sessiz olur musunuz? Uyumaya çalışıyorum.
Keep from
- Cause something to remain a secret from someone / Bir şeyi birinden saklamak
You’re my best friend, I wouldn’t keep anything from you. / En yakın arkadaşımsın, senden hiçbir şey saklamam.
- Avoid doing something / Bir şeyi yapmaktan kaçınmak
It was so hard to keep oneself from laughing. / Kendini gülmekten alıkoymak çok zordu.
- Guard or protect someone from something / Birini bir şeyden korumak, mani olmak
Wearing sunscreen everyday keeps your skin from getting UV damage. / Her gün güneş kremi sürmek cildinizi UV ışınlarından zarar görmekten korur.
Keep in
- Confine someone in a particular place / Birini bir yerde tutmak, alıkoymak
They had to keep him in the hospital for two days after the surgery. / Ameliyattan sonra onu iki gün hastanede tutmak zorundaydılar.
- Refrain oneself from expressing something / Bir şeyi içinde tutmak, ifade etmemek
I could say so many bad things, but I kept it in. / Bir sürü kötü şey söyleyebilirdim, ama içimde tuttum.
Keep off
- Avoid touching something / Bir şeye temas etmekten kaçınmak
Keep off the grass. / Çimlere basmayın.
The doctor told him to keep off alcohol for a while. / Doktor alkolden bir süre uzak durmasını söyledi.
Keep on
- To continue happening, doing something / Bir şeyi yapmaya devam etmek, bir şeyin olmaya devam etmesi
The storm kept on all night. / Fırtına tüm gece sürdü.
I kept on walking until I could see a market. / Market görene kadar yürümeye devam ettim.
- To continue talking about something in a way that annoys people / Bir konu hakkında insanları sinir edecek şekilde konuşmaya devam etmek
Are you going to keep on about the dishes? I told you I’ll do them later. / Bulaşıklar hakkında kafa ütülemeye devam edecek misin? Daha sonra halledeceğimi söyledim.
Keep out
- To prevent someone or something from entering a place
Keep children out of the room, please. / Çocukları odadan uzak tutun, lütfen.
Keep up
- To continue to do something / Bir şeyi yapmaya devam etmek, sürdürmek
The coach told me to keep up the good work. / Koç çalışmalarıma aynen devam etmemi söyledi.
- To move at the same speed as someone or something / Biriyle aynı hızda hareket etmek, yetişmek
Slow down! I can’t keep up with you. / Yavaş ol! Senin hızına yetişemiyorum.
- To know the latest things that are happening about something / Bir konuda en son olup bitenleri bilmek, yetişmek
It’s so hard to keep up with fashion, it changes so fast. / Modaya ayak uydurmak çok zor, çok hızlı değişiyor.
- To prevent someone from going to bed / Birinin uyumasına engel olmak
The baby kept me up all night. / Bebek beni bütün gece ayakta tuttu.
Keep to
- To prevent an amount or number from passing a limit / Bir miktarın veya sayının belli bir sınırın üstüne geçmesini engellemek
Keep to the speed limit if you don’t want to be fined. / Para cezası yemek istemiyorsan hız sınırına uy.
- To follow an agreement or a rule / Bir anlaşmaya veya kurala uymak, sadık kalmak
I can’t have dessert, I need to keep to my diet. / Tatlı yiyemem, diyetimi bozmamam lazım.
- To follow a particular path, direction as you are moving / Belli bir yolda, yönde kalarak ilerlemek
Keep to the right for about 200 meters. / 200 metre boyunca sağdan gidin.
- “Keep to oneself”: Avoid people, not talk to others often / İnsanlardan kaçınmak, çok konuşmamak
At school she didn’t have many friends, she mostly kept to herself. / Okulda pek arkadaşı yoktu, genelde kendi halinde takılırdı.
Keep together
- Ensure something remains intact / Bir şeyin bir arada olmasını sağlamak
This house is the only thing keeping the family together. / Aileyi bir arada tutan tek şey bu ev.
- To ensure someone (or oneself) remains in a functional, coherent, emotionally stable condition / Birinin (veya kendinin) duygusal olarak sağlam, stabil, işlevsel olmasını sağlamak
She was devastated but she tried to keep it together for her children. / Perişan olmuştu ama çocukları için kendine hakim olmaya çalışıyordu.
Kick around
- To discuss an idea in an informal way / Bir fikri gayriresmi şekilde tartışmak
Let’s kick around our options for the campaign. / Hadi, kampanya için opsiyonlarımızı düşünelim.
- To treat someone in an unkind way / Birine kaba davranmak
Lately my boss has been kicking me around, I’m thinking of quitting. / Son zamanlarda patronum bana sürekli kötü davranıyor, istifa etmeyi düşünüyorum.
- Being somewhere without any definite plans / Plansızca bir yerde bulunmak, takılmak
After I’m done with school I will kick around for a while. / Okul bitince bir süre öylesine takılacağım.
Kick back
- To relax, unwind / Rahatlamak, dinlenmek
I can’t wait to kick back a little on the weekend. / Hafta sonunda biraz dinlenmek için sabırsızlanıyorum.
Kick in
- To start to have an effect / Etki etmeye başlamak
The pills are kicking in, I feel much better. / İlaçlar etki etmeye başladı, çok daha iyi hissediyorum.
- To give something (especially money) / Bir şey vermek (özellikle para)
If we all kick in a few dollars we can get her a present. / Hepimiz birkaç dolar atsak ona bir hediye alabiliriz.
Kick off
- To begin (something) / (Bir şeye) başlamak
The conference kicks off this week on Monday. / Konferans bu hafta pazartesi günü başlıyor.
- To take off your shoes by shaking your feet / Ayağını sallayarak ayakkabılarını çıkarmak
I kicked off my sandals and jumped in the water. / Sandaletlerimi çıkardım ve suya atladım.
Kick out
- To force someone to leave a place or organization / Birini bir yerden veya bir kurumdan, oluşumdan kovmak, atmak
He was kicked out of school due to misconduct. / Uygunsuz davranışlar nedeniyle okuldan atıldı.
Kiss up to
- To try to please a powerful person / Güç konumunda birini memnun etmeye çalışmak, “yalakalık yapmak”
Kissing up to the boss didn’t help him get a promotion. / Patrona yaranmaya çalışmak terfi almasına yardımcı olmadı.
Bu yazıdan öğrendiklerini İngilizce konuşurken kullanmak istiyorsan yapay zeka destekli Cambly AI ile ücretsiz ve sınırsız pratik yap! Hemen tıkla!
Knock down
- To hit someone so that they are injured or killed / Birine vurarak yaralamak veya öldürmek
Slow down! You’ll get knocked down by a car. / Yavaşla! Araba çarpar, yaralanırsın.
- To deliberately destroy a building or wall / Bir duvarı veya binayı kasten yıkmak
The Berlin Wall was finally knocked down in 1989. / Berlin Duvarı sonunda 1989 yılında yıkıldı.
Knock off
- To reduce a price or amount / Bir ücreti veya miktarı düşürmek
They knock off a few dollars if you bring your own cup. / Kendi bardağını getirirsen fiyattan bir iki dolar düşüyorlar.
- To stop doing something / Bir şeyi yapmayı bırakmak
Knock it off, I’m too tired for this noise. / Kes şunu, gürültüyü kaldıramayacak kadar yorgunum.
- To steal something, something that is stolen or imitated without permission / Bir şeyi çalmak, çalıntı veya izinsiz kopyalanmış, imitasyon nesne
These are knock-off Airpods, they knocked off the design from Apple. / Bunlar çakma Airpods, tasarımı Apple’dan çalmışlar.
Knock out
- To make someone unconscious / Birinin bilincini yitirmesine neden olmak
My allergy pills knocked me out for a good three hours. / Alerji ilaçlarım beni bir üç saatliğine bayılttı.
- To defeat a player/team / Bir oyuncuyu veya takımı yenmek (bkz: boks maçlarında kullanılan, dilimize de “nakavt” olarak geçen K.O. kısaltması)
She knocked out her opponent in the last round. / Son rauntta rakibini nakavt etti.
- To impress someone very much / Birini çok fazla etkilemek, “aklını başından almak”
Her musical talent knocked out the crowd. / Müzik yeteneği kalabalığın aklını başından aldı.
Knock over
- To strike to the ground / Çarparak yere düşürmek, devirmek
If you knock over all of the bowling pins you win a “strike”. / Tüm bowling kukalarını devirirsen “strike” elde ediyorsun.
- To rob a shop / Bir dükkanı soymak
An armed group knocked over the bank yesterday. / Dün silahlı bir grup bankayı soymuş.
Know as
- To recognize something as a particular type of thing, usually used in passive constructions / Birini belli özelliklere sahip şekilde bilmek, tanımak, özellikle edilgen cümlelerde kullanılır
He was known as a quiet person among his friends. / Arkadaşları arasında sessiz biri olarak bilinirdi.
- To know someone under a specific name / Birini, bir şeyi belli bir isimle tanımak
Cat Stevens, also known as Yusuf Islam, is a British folk singer. / Yusuf İslam olarak da bilinen Cat Stevens, İngiliz bir folk şarkıcısı.