İş Dünyasında Değişen Normlara Ayak Uydurabilmek İçin Atabileceğiniz Üç Adım
Uzaktan çalışma. Sosyal mesafe. Zoom toplantıları. E-ticaret. Online konferanslar. Dijital süreçler.
Birçoğumuz bu kavramlarla her gün karşılaşacağımızı tahmin etmiyorduk -ta ki 2020 yılının mart ayına kadar. COVID-19 salgınından sonra profesyonel hayatımız, çalışma ortamımızdan şirket politikalarına kadar birçok konuda büyük değişim geçirdi ve geçirmeye devam ediyor. Harvard Business School’da ders veren bazı eğitmenler, bildiğimiz anlamıyla iş yerlerinin geri dönmeyeceği konusunda hemfikir. Peki çalışma düzeni nereye doğru evriliyor? Uzaktan çalışmaya geçen şirketler nasıl bir yol izlemeli? İşte “yeni normalde” değerlendirmeniz gereken üç profesyonel öneri.
Uzaktan Çalışmak ve Ofisten Çalışmak Arasındaki Dengeyi Yakalayın
Uluslararası araştırma ve danışmanlık şirketi Gartner’ın 2021 yılında düzenlediği bir ankete göre, pandemiden önce çalışanların %30’u en azından belli günlerde uzaktan çalışıyorken bu oran COVID-19 salgınından sonra %48’e yükseldi. Aşılamalar devam ederken ve kısıtlamalar kalkarken şirketlerin önünde üç seçenek var: çalışanları ofise geri çağırmak, hibrit bir çalışma sistemini benimsemek veya tamamen uzaktan çalışmaya geçen şirketler arasına katılmak. Tabii ki uzaktan çalışma avantaj ve dezavantajları ile birlikte geliyor; üstelik böyle bir sisteme geçmek şirketler için hiç de kolay bir süreç değil. Londra merkezli dış kaynak kullanımı ve profesyonel hizmetler şirketi Capita’nın yaptığı bir araştırmaya göre işletmelerin %77’i, sosyal etkileşimin eksik olması halinde çalışanlarının olumsuz etkileneceğine inanıyor. Yönetim danışmanlık firması McKinsey’nin bir analizi ise bazı teknik işlerin en iyi yüz yüze yürüyeceğini öne sürüyor. Ancak çalışanların %73’ü uzaktan çalışmayı tercih ediyor -en azından Microsoft’un 31 ülkede gerçekleştirdiği bir ankete göre.
Her ne kadar birçok çalışan, tek bir mekana bağlı kalmayarak çalışabilmenin getirdiği özgürlük duygusundan ve esneklikten hoşnut olsa da bazılarımız için bu, salgının üzerimize yüklediği bir zorunluluk ve sosyal izolasyon anlamına geliyor. Bu yüzden şirketlerin, çalışan motivasyonunu ve dolayısıyla verimliliğini sağlayabilmek için yapabileceği en iyi şeylerden biri hibrit çalışma modeli benimsemek gibi duruyor. Hibrit çalışma modeli, çalışanların belirli günde işe gelmeleri, belirli günlerde ise evden çalışmaları anlamına geliyor. Yönetim danışmanlığı şirketi Accenture’a göre büyüme gösteren şirketlerin %63’ü hibrit çalışma modeline geçti. Küçülen veya büyüme göstermeyen şirketlerin %69’u bu modeli reddederken çalışanların %83’ü hibrit çalışmak istiyor.
Uzaktan çalışma avantaj ve dezavantajlarını dengelemek için seçilebilecek bir diğer opsiyon ise hub-and-spoke denilen diğer bir model. Bu modelde şirketler bünyelerinde bir ana merkez bulundurmaya devam ediyor; bu sayede isteyen çalışanlar ofise geliyor, isteyenler ise evlerinden çalışıyor. Amazon, Google ve Fujitsu, hub-and-spoke modelini benimseyen şirketlerden birkaçı.
Teknolojik Altyapınızı Güçlendirin
Dijitalleşme salgına özgü bir fenomen değil; ancak şu an iş dünyasındaki en önemli kurallardan biri. Farklı endüstrilerde faaliyet gösteren Malezya merkezli holding Sime Darby Berhad’ın CEO’su Jeffri Salim Davidson; dijitalleşme sürecini salgından önce başlattıklarını, ama bu sürecin şu an oldukça hızlandığını belirtiyor. Bazı şirketler geçici çözümler bulma yoluna gitse de PwC’nin dünya çapında gerçekleştirdiği bir ankete göre CEO’ların neredeyse yarısı, dijital dönüşüme yapacakları uzun vadeli yatırımları en az %10 oranında arttırmayı planlıyor. Öyle ki International Data Corporation 2022 yılında neredeyse 2 trilyon dolarlık teknolojik yatırım yapılacağını ön görüyor. Bu oldukça etkili bir plan; çünkü McKinsey’in 2020 yılında düzenlediği bir anket gösteriyor ki iş süreçlerini dijital kanallara taşımış müşterilerin sayısı üç katına çıkmış durumda. Yine aynı ankete göre teknolojik dönüşümün kalıcı olacağına inanan katılımcıların oranı, salgın öncesi normlara geri döneceğimizi düşünen katılımcılardan iki kat daha fazla. Uzun vadeli bir dijital dönüşüm, iş dünyasındaki yarışta geri kalmamanız ve müşterilerin taleplerini karşılayabilmeniz için mühim gözüküyor. Bu tüm sektörler ve tüm iş süreçleri için geçerli: LEGO, 3D yazıcı özelliği ile müşterilerin kendi modellerini oluşturabilmelerine olanak sağladı; Microsoft bulut teknolojilerine büyük yatırımlar yaptı; Nike ise veri analiz yöntemlerini ve dijital marketing stratejilerini geliştirerek satışlarda büyük bir artış elde etti.
Dijitalleşmenin şirketler için ifade ettiği anlam da büyük bir değişime uğradı. Salgından önce şirketler, teknolojik araçları, şirket maliyetlerini düşürmeye yarayan mekanizmalar olarak görüyordu. Örneğin otomatik e-posta özelliği sayesinde satış ekibi diğer görevlere odaklanabiliyordu. Günümüzdeyse dijitalleşme sebeplerinin tasarruf etmek olduğunu belirten şirketlerin oranı %10’a kadar düştü. Uzaktan çalışmaya geçen şirketler; dijital teknolojilere odaklanan bir şirket kültürü oluşturmanın çok daha karlı olduğu görüşünde. Gerçekten de BCG’nin yaptığı bir araştırmaya göre dijital dönüşümü kurumsal kültürlerine adapte edebilen şirketlerin başarıya ulaşması beş kat daha muhtemel. Yani mevcut altyapınızı güçlendirmek ve ürünlerinizi güncellemek yeterli değil -şirket değerlerinizi ve kurumsal kültürünüzü de bu yönde değiştirmeniz gerekiyor. Bu da bizi bir sonraki maddeye getiriyor.
Çalışanlarınıza Eğitimler Verin
Capgemini adlı dış kaynak ve danışmanlık şirketinin hazırladığı bir rapor, kurumların %62’nin dijital dönüşüm esnasında en çok şirket kültürünü tesis ederken zorlandığını söylüyor. Şirketinizde inovasyon, iş birliği, veri odaklı karar mekanizmaları, esneklik ve dijital zeka gibi değerler inşa edebilmeniz için çalışanlarınıza eğitimler sağlamak artık bir tercihten ziyade bir zorunluluk niteliği taşımakta. Üstelik; verilerinizi dijital ortamlara taşıdıktan sonra çalışanlarınızı veri güvenliği gibi konularda eğitmek veya şirketinize tanıttığınız teknolojileri verimli bir şekilde kullanmalarını sağlamak için bazı uzmanlara ihtiyaç duyabilirsiniz. Daha az teknik bir açıdan bakacak olursak; eğitimler, çalışanlarınızın sosyal, duygusal, bilişsel yeteneklerini arttırdığı gibi motivasyonlarını da yükseltiyor. Uzaktan çalışmaya geçen şirketler, dış kaynak kullanarak veya in-house olarak çalışanlarına temin ettikleri eğitimlerle hem nitelikli iş gücünü cezbediyor hem de Work Institute’un ABD’de yürüttüğü bir rapora göre işten ayrılmak isteyen çalışanların sayısını azaltarak yılda milyarlarca dolar tasarruf etmelerini sağlıyor.
Bu eğitimler arasında İngilizce eğitimi de oldukça büyük önem taşıyor. Broadband Commission for Digital Development, internet üzerinde İngilizce olmayan içeriklerin oranının sadece %5 olduğunu belirtti. Harvard Business School’da ders veren ve The Language of Global Success adlı kitabın yazarı Tsedal Neeley ise, bilgiye birinci elden erişimin İngilizce vasıtasıyla gerçekleştiğini, bu sayede çalışanların daha iyi karar verdiğini dile getiriyor. Samsung, Nokia, Renault gibi çok uluslu şirketler, İngilizceyi ortak şirket dilleri olarak benimsemiş durumda.
Hem çalışanlarınızın hem de şirketinizin küresel piyasalarda daha başarılı olması için İngilizce eğitim seçeneklerinizi değerlendirmek önemli. Cambly, şirketinize profesyonel İngilizce eğitimi sağlayarak hem sizin hem de çalışanlarınızın kariyer hedeflerinize ulaşmanıza yardımcı oluyor. Cambly Kurumsal ekibi ile iletişime geçerek uluslararası standartlara ulaşmak ve iş verimliliğinizi arttırmak için ilk adımınızı atabilirsiniz.
Sınırlarınızı genişletirken online eğitimin avantajlarından faydalanmak için Cambly Kurumsal Ekibi ile iletişime geçebilirsiniz.